TERMODİNAMİĞİN İKİNCİ KANUNU EVRİM TEORİSİNİ GEÇERSİZ KILAR
Biyologların karşılaştıkları problem, evrimin
Termodinamiğin İkinci Kanunu’yla olan açık çelişkisidir. Sistemler
zamanla daha düzensiz yapılara doğru bozulmalıdırlar.
Evrimci bilim adamı Roger Lewin
Fiziğin en temel kanunlarından birisi olan “Termodinamiğin İkinci
Kanunu”, evrende kendi haline, doğal şartlara bırakılan tüm sistemlerin,
zamanla doğru orantılı olarak düzensizliğe, dağınıklığa ve bozulmaya
doğru gideceğini söyler. Canlı, cansız bütün herşey zaman içinde aşınır,
bozulur, çürür, parçalanır ve dağılır. Bu, er ya da geç her varlığın
karşılaşacağı mutlak sondur ve söz konusu kanuna göre bu kaçınılmaz
sürecin geri dönüşü yoktur.Evrimci bilim adamı Roger Lewin
Bu gerçek hepimizin yaşamları sırasında da yakından
gözlemlediği bir durumdur. Örneğin bir arabayı çöle götürüp bırakır ve
aylar sonra durumunu kontrol ederseniz, elbette ki onun eskisinden daha
gelişmiş, daha bakımlı bir hale gelmesini bekleyemezsiniz. Aksine
lastiklerinin patlamış, camlarının kırılmış, kaportasının paslanmış,
motorunun çürümüş olduğunu görürsünüz. Aynı kaçınılmaz süreç canlı
varlıklar için çok daha hızlı işler. İşte Termodinamiğin İkinci Kanunu
bu doğal sürecin, fiziksel denklem ve hesaplamalarla ifade ediliş
biçimidir.
Bu ünlü fizik kanunu, “Entropi Kanunu” olarak da
adlandırılır. Entropi, fizikte bir sistemin içerdiği düzensizliğin
ölçüsüdür. Bir sistemin düzenli, organize ve planlı bir yapıdan
düzensiz, dağınık ve plansız bir hale geçmesi o sistemin entropisini
arttırır. Bir sistemdeki düzensizlik ne kadar fazlaysa, o sistemin
entropisi de o kadar yüksek demektir. Entropi Kanunu, tüm evrenin geri
dönüşü olmayan bir şekilde sürekli daha düzensiz, plansız ve dağınık bir
yapıya doğru ilerlediğini ortaya koymuştur.
Termodinamiğin İkinci Kanunu ya da diğer adıyla Entropi Kanunu,
doğruluğu teorik ve deneysel olarak kesin biçimde kanıtlanmış bir
kanundur. Öyle ki yüzyılımızın en büyük bilim adamı kabul edilen Albert
Einstein, bu kanunu “bütün bilimlerin birinci kanunu” olarak
tanımlamıştır: Entropi Kanunu, tarihin bundan sonraki ikinci devresinde,
hükmedici düzen şeklinde kendini gösterecektir. Albert Einstein, bu
kanunun bütün bilimlerin birinci kanunu olduğunu söylemiştir; Sir Arthur
Eddington ondan, bütün evrenin en üstün metafizik kanunu olarak
bahseder.( Jeremy Rifkin, Entropy: A New World View, New York: Viking
Press, 1980, s. 6)
Evrim teorisi ise, bütün evreni kapsayan bu temel fizik
kanununu bütünüyle gözardı ederek ortaya atılmış bir iddiadır. Evrim bu
kanunla temelinden çelişen tam tersi bir mekanizma öne sürer. Evrime
göre, dağınık, düzensiz, cansız atomlar ve moleküller, zamanla kendi
kendilerine tesadüflerle biraraya gelerek düzenli ve planlı proteinleri,
DNA, RNA gibi son derece kompleks moleküler yapıları, ardından da çok
daha ileri düzenlere, organizasyonlara ve tasarımlara sahip milyonlarca
canlı türünü ortaya çıkarmışlardı. Evrime göre, her aşamada daha planlı,
daha düzenli, daha kompleks ve daha organize bir yapıya doğru ilerleyen
bu hayali süreç, Entropi Kanunu’nun ortaya koyduğu gerçeklere bütünüyle
aykırıdır. Bu nedenle evrim gibi bir sürecin, en başından en sonuna
kadar varsayılan hiçbir aşamasının gerçekleşmesi mümkün değildir.
Evrimci bilim adamları da bu açık çelişkinin farkındadırlar. J. H. Rush
şöyle der: Evrimin kompleks süreci içinde yaşam, Termodinamiğin İkinci
Kanunu’nda belirtilen eğilime belirgin bir çelişki oluşturur. (J. H.
Rush, The Dawn of Life, New York: Signet, 1962, s. 35)
Bir evrimci olan George Stavropoulos,
canlılığın kendiliğinden oluşmasının termodinamik açıdan imkansızlığını
ve fotosentez gibi kompleks canlı mekanizmaların kökenini doğa
kanunlarıyla açıklamanın mümkün olmadığını, ünlü evrimci yayın American
Scientist’te şu ifadelerle kabul etmektedir: Normal şartlarda,
Termodinamiğin İkinci Kanunu doğrultusunda, hiçbir kompleks organik
molekül hiçbir zaman kendi kendine oluşamaz, tersine parçalanır.
Gerçekte, bir şey ne kadar kompleks olursa o kadar kararsızdır ve kesin
olarak eninde sonunda parçalanır, dağılır. Fotosentez, bütün yaşamsal
süreçler ve yaşamın kendisi, karmaşık veya kasıtlı olarak
karmaşıklaştırılmış açıklamalara rağmen, halen termodinamik ya da bir
başka kesin bilim dalı vasıtasıyla anlaşılamamıştır. (George P.
Stavropoulos, “The Frontiers and Limits of Science”, American Scientist,
Cilt 65, Kasım-Aralık 1977, s. 674)
Görüldüğü gibi, evrim iddiası bütünüyle fizik yasalarına
aykırı olarak ortaya atılmış bir iddiadır. Termodinamiğin İkinci
Kanunu, evrim senaryosu karşısına bilimsel ve mantıksal açıdan aşılması
imkansız bir fiziksel engel oluşturmaktadır. Bu engeli aşacak hiçbir
bilimsel ve tutarlı açıklama getiremeyen evrimciler ise bunu ancak hayal
güçlerinde aşabilmektedirler. Örneğin, Amerikalı bilimadamı Jeremy
Rifkin, evrimin, bu fizik kanununu sihirli bir güçle aştığına inandığını
belirtmektedir: Entropi Kanunu, evrimin bu gezegendeki yaşam için
mevcut olan tüm enerjiyi dağıtacağını söyler. Bizim evrim anlayışımız
ise bunun tam tersidir. Biz evrimin sihirli bir şekilde yeryüzünde daha
büyük bir değer ve düzen artışı sağladığına inanıyoruz. (Jeremy Rifkin,
Entropy: A New World View, s. 55)
Bu sözler evrimin tamamen dogmatik bir inanç olduğunu çok iyi ifade etmektedir.
Açık Sistem Çarpıtması
Evrimciler, tüm bu açık gerçekler karşısında,
Termodinamiğin İkinci Kanunu’nun yalnızca “kapalı sistemler” için
geçerli olduğu, “açık sistemler”in bu kanunun dışında olduğu gibi bir
çarpıtmaya başvururlar.
Açık sistem, dışarıdan enerji ve madde giriş-çıkışı olan
bir termodinamik sistemdir. Evrimciler de dünyanın bir açık sistem
olduğunu, Güneş’ten sürekli bir enerji akışına maruz kaldığını,
dolayısıyla Entropi Kanunu’nun dünya için geçersiz olduğunu, düzensiz,
basit, cansız yapılardan düzenli, kompleks canlıların oluşabileceğini
öne sürmektedirler.
Oysa burada açık bir çarpıtma vardır. Çünkü bir sisteme
dışarıdan enerji girmesi, o sistemi düzenli hale getirmek için yeterli
değildir. Bu enerjiyi kullanılabilir hale getirecek özel mekanizmalar
gerekir. Örneğin bir arabanın, benzindeki enerjiyi işe dönüştürmesi için
motora, transmisyon sistemlerine ve bunları idare eden kontrol
mekanizmalarına ihtiyaç vardır. Böyle bir enerji dönüştürücü sistem
olmasa, arabanın benzindeki enerjiyi kullanabilmesi mümkün olmayacaktır.
Aynı durum canlılık için de geçerlidir. Evet, canlılık
enerjisini Güneş’ten almaktadır. Fakat Güneş enerjisi, ancak
canlılardaki inanılmaz komplekslikteki enerji dönüşüm sistemleri
(örneğin bitkilerdeki fotosentez, insan ve hayvanlardaki sindirim
sistemleri) sayesinde kimyasal enerjiye çevrilebilmektedir. Bu enerji
dönüşüm sistemleri olmasa hiçbir canlı varlığını devam ettiremez.
Güneş’in, enerji dönüşüm sistemi olmayan bir canlı için, yakıcı, eritici
ve parçalayıcı bir enerji kaynağı olmaktan başka bir anlamı yoktur.
Görüldüğü gibi herhangi bir enerji dönüştürücü
mekanizması olmayan bir sistem, açık da olsa kapalı da olsa, evrim için
hiçbir avantaj teşkil etmemektedir. İlkel dünya şartlarında doğada böyle
kompleks ve bilinçli mekanizmaların bulunduğunu ise hiç kimse iddia
etmemektedir. Zaten evrimciler açısından bu noktadaki problem,
bitkilerdeki fotosentez mekanizması gibi modern teknoloji tarafından
bile taklit edilemeyen kompleks enerji dönüşüm mekanizmalarının nasıl
ortaya çıktığı sorusudur.
İlkel dünyaya dışarıdan giren Güneş enerjisinin de bu
yüzden hiçbir şekilde düzenlilik meydana getirecek etkisi yoktur. Çünkü
sıcaklık ne kadar artarsa artsın amino asitler düzenli dizilimlerde bağ
yapmaya karşı direnç gösterirler. Amino asitlerin çok daha karmaşık
moleküller olan proteinleri ve proteinlerin de kendilerinden daha
kompleks ve planlı yapılar olan hücre organellerini oluşturmaları için
de yine yalnızca enerji yeterli değildir. Asıl olarak gereken etken,
bilinçli bir tasarım, diğer bir ifadeyle yaratılıştır.
Kaos Kuramı Kaçışı
Termodinamiğin İkinci Kanunu’nun evrimi imkansız
kıldığının farkında olan bazı evrimci bilim adamları yakın geçmişte
Termodinamiğin İkinci Kanunu ve Evrim Teorisi arasındaki uçurumu
kapatabilmek, evrime bir yol açabilmek amacıyla çeşitli spekülasyonlar
üretme gayretine girmişlerdir. Yalnızca bu gayretler dahi evrim
teorisinin gözardı edilemeyen bir açmaz karşısında olduğunu açıkça
göstermektedir.
Termodinamiği ve evrimi uzlaştırma umuduyla ortaya
atılan iddialarla en fazla adı duyulmuş olan kişi ise Belçikalı bilim
adamı Ilya Prigogine’dir. Prigogine, Kaos Kuramı’ndan hareket ederek
kaostan (karmaşadan) düzen oluşabileceğine dair birtakım varsayımlar
ortaya atmıştır. Oysa bütün çabalarına rağmen, Prigogine termodinamiği
ve evrimi uzlaştırmayı başaramamıştır. Bu durum aşağıdaki ifadelerinde
de açıkça görülmektedir:
Yüzyılı aşkın bir süredir aklımıza takılan bir soru var:
Termodinamiğin tanımladığı ve sürekli artan bir düzensizliğin hüküm
sürdüğü bir dünyada, canlı bir varlığın evriminin nasıl bir anlamı
olabilir? ( Ilya Prigogine, Isabelle Stengers, Order Out of Chaos, New
York: Bantam Books, 1984, s. 129)
Moleküler düzeyde ürettiği teorilerin, canlı sistemler için, örneğin bir
canlı hücresi için geçerli olmadığını bilen Prigogine bu problemi şöyle
ifade etmektedir: Kaos Teorisi ve… canlıların oldukça düzenli olan
hücreleri ele alındığında, bunlardaki biyolojik düzenlilik, teorinin
karşısına net bir problem olarak çıkmaktadır. ( Ilya Prigogine, Isabelle
Stengers, Order Out of Chaos, s. 175.)
Bütün bu kaçınılmaz gerçeklere rağmen evrimciler, “canlılar oluşmuşsa,
demek ki evrim olmuş” gibi ucuz kaçamaklara sığınmaya çalışırlar. Fakat,
açık ve net bilimsel gerçekler, canlıların ve canlılardaki düzenli,
planlı ve kompleks yapıların kesinlikle evrimin iddia ettiği gibi
tesadüflerle ve doğa şartlarıyla oluşamayacağını göstermektedir. Bu
durum da canlıların varlığının ancak doğaüstü bir gücün müdahalesiyle
açıklanabileceğini ortaya koyar. Doğaüstü müdahale, bütün evreni yoktan
var eden Allah’ın yaratmasıdır. Bilim, her alanda olduğu gibi
termodinamik açıdan da evrimin imkansız olduğunu ve canlılığın
varoluşunun Yaratılış dışında bir açıklaması olamayacağını gözler önüne
sermiştir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder