EVRİMİN MEKANİZMALARI HAYALİDİR
Bugün evrim teorisi olarak tanımladığımız neo-Darwinist
model, canlıların iki temel mekanizma sayesinde evrimleştiklerini öne
sürer: “Doğal seleksiyon” ve “mutasyon”. Teorinin temel iddiası
şöyledir: “Doğal seleksiyon ve mutasyon birbirlerini tamamlayan iki
mekanizmadır. Evrimsel değişikliklerin kaynağı, canlıların genetik
yapısında meydana gelen rastgele mutasyonlardır. Mutasyonların sebep
olduğu özellikler, doğal seleksiyon mekanizması aracılığıyla seçilir,
böylece canlılar evrimleşirler.”Çok makul bir teori gibi anlatılan bu
hikayeyi biraz incelediğimizde, aslında ortada hiçbir evrim
mekanizmasının olmadığını görürüz. Çünkü ne doğal seleksiyon ne de
mutasyonlar, türlerin evrimleştikleri ve birbirlerine dönüştükleri
iddiasına en ufak bir katkıda bulunmamaktadırlar.
DOĞAL SELEKSİYON
Evrime göre, her canlı kendi varlığını sürdürmek ve için
bir savaş vermektedir. Başkalarına yardım etmek, o canlının sağ kalma
olasılığını azaltacağına göre, evrimde bu davranışın elenmesi gerekirdi.
(Bilim ve Teknik Dergisi, sayı: 190, s. 4)
Doğal seleksiyon, Darwin’den önceki biyologlar tarafından da bilinen,
ancak “türlerin bozulmadan sabit kalmalarını sağlayan bir mekanizma”
olarak tanımlanan bir doğal süreçtir. İlk kez Darwin bu sürecin
evrimleştirici bir gücü olduğu iddiasını ortaya atmış, tüm teorisini de
bu iddiaya dayandırmıştır. Kitabına verdiği isim, doğal seleksiyonun
Darwin’in teorisinin temeli olduğunu gösterir: Türlerin Kökeni, Doğal
Seleksiyon Yoluyla… Oysa Darwin’den bu yana, doğal seleksiyonun
canlıları evrimleştirdiğine dair tek bir bulgu ortaya konamamıştır. Ünlü
bir evrimci olan İngiltere Doğa Tarihi Müzesi baş paleontoloğu Colin
Patterson, bu gerçeği şöyle kabul etmektedir:
Hiç kimse doğal seleksiyon
mekanizmalarıyla yeni bir tür üretememiştir. Hiç kimse böyle bir şeyin
yakınına bile yaklaşamamıştır. Bugün neo-Darwinizmin en çok tartışılan
konusu da budur. (Colin Patterson, “Cladistics”, Brian Leek ile
Röportaj, Peter Franz, 4 Mart 1982, BBC.)
Doğal seleksiyon, bulundukları coğrafi konumun doğal
şartlarına uygun yapıda olan canlıların hayatlarını ve nesillerini
sürdüreceklerini, uygun yapıda olmayanların ise yok olacaklarını
öngörür. Örneğin yırtıcı hayvanların tehdidi altında olan bir geyik
sürüsü içinde, doğal olarak hızlı kaçabilen geyikler hayatta kalacaktır.
Ama bu süreç, ne kadar uzun sürerse sürsün, geyikleri bir başka canlı
türüne dönüştürmez. Geyikler hep geyik olarak kalırlar. Nitekim
evrimcilerin “doğal seleksiyonun gözlemlenmiş örneği” olarak
gösterdikleri nadir birkaç olaya baktığımızda, bunların basit birer göz
boyama olduklarını kolaylıkla görebiliriz.
Endüstri Devrimi Kelebekleri
Douglas Futuyma’nın 1986 yılında yayınladığı Evrim
Biyolojisi isimli kitabı, doğal seleksiyon teorisini en açık biçimde
anlatan kaynaklardan biri olarak kabul edilir. Futuyma’nın bu konuda
verdiği örneklerin en ünlüsü, endüstri devrimi sırasında İngiltere’de
bulunan kelebek popülasyonunun renklerinin koyulaşmasıdır. Sadece
Futuyma’nın kitabında değil, evrim teorisi lehinde yazılmış hemen her
biyoloji kitabında söz konusu Endüstri Devrimi Kelebekleri hikayesini
bulmak mümkündür.
Hikaye, İngiliz fizikçi ve
biyolog Bernard Kettlewell tarafından 1950′li yıllarda gerçekleştirilen
bir seri deneye dayanmaktadır ve özeti şudur: İngiltere’de endüstri
devriminin başladığı sıralarda, Manchester yöresindeki ağaçların
kabukları açık renklidir. Bu nedenle bu ağaçların üzerlerine konan koyu
renkli (“melanic”) güve kelebekleri, bunlarla beslenen kuşlar tarafından
kolayca farkedilirler ve dolayısıyla yaşama şansları çok azalır. Fakat
elli yıl sonra endüstri kirliliğinin sonucunda ağaçların üzerindeki açık
renkli likenlerin (bir tür yosun) ölmesiyle kabukları koyulaşır ve buna
bağlı olarak bu kez açık renkli güveler kuşlar tarafından sık olarak
avlanmaya başlarlar. Sonuçta açık renkli kelebekler sayıca azalırken,
koyu renkliler fark edilmedikleri için çoğalırlar. Evrimciler ise, bu
sürecin teorilerinin büyük bir delili olduğu, açık renkli kelebeklerin
zamanla koyu renkli kelebeklere dönüşüp evrimleştikleri gibi bir göz
boyamaya başvururlar.
Oysa bu örneğin-doğruluğu varsayılsa bile-evrim teorisi
lehinde bir delil olarak kullanılamayacağı açıktır. Çünkü yaşanan doğal
seleksiyon, daha önce doğada var olmayan bir türü ortaya çıkarmış
değildir. Endüstri devrimi öncesinde de kelebek popülasyonu içinde siyah
bireyler zaten vardır. Sadece, var olan kelebek türlerinin sayıları
değişmiştir. Kelebekler “tür değişimi”ne yol açacak biçimde yeni bir
organ ya da özellik edinmemişlerdir. Oysa bir kelebeğin başka bir canlı
türüne, örneğin bir kuşa dönüşebilmesi için kelebeğin genlerinde sayısız
değişiklik, ekleme ve çıkarmalar yapılması, bir başka deyişle, kuşun
fiziksel özelliklerine ait bilgileri içeren apayrı bir genetik program
yüklenmesi gerekir.
İngiltere’deki Sanayi Devrimi kelebekleri örneği, doğal seleksiyonla evrimleşmenin en önemli delili olarak gösterilir. Oysa ortada hiçbir şekilde evrimleşme yoktur, çünkü yeni bir kelebek türü ortaya çıkmamıştır. Solda sanayi devrimi öncesi, sağda ise sonrasındaki ağaçlar ve üzerlerindeki kelebekler görülüyor. |
Endüstri Kelebekleri ile ilgili evrimci hikayeye
verilecek genel cevap budur. Ancak konunun daha da ilginç bir yanı
vardır: Hikayenin sadece yorumu değil, kendisi de yanlıştır. Moleküler
biyolog Jonathan Wells’in 2000 yılında yayınlanan Icons of Evolution
adlı kitabında açıkladığı gibi, hemen her evrim yanlısı biyoloji
kitabında yer alan ve bu nedenle bir “ikona” (kutsal kabul edilen
sembol) haline gelmiş olan Endüstri Devrimi Kelebekleri hikayesi,
gerçekleri yansıtmamaktadır. Wells, hikayenin “deneysel kanıtı” olarak
bilinen Bernard Kettlewell’in çalışmasının, aslında bir bilimsel skandal
niteliğinde olduğunu anlatmaktadır. Bu skandalın bazı temel unsurları
şöyle sıralanabilir:
- Kettlewell’in deneylerinden daha sonra yapılan birçok araştırma, söz konusu kelebeklerin sadece bir tipinin ağaç gövdesine konduğunu, diğer tüm tiplerin, yatay dalların alt kısımlarını tercih ettiğini ortaya koydu. 1980′li yıllardan itibaren, kelebeklerin ağaç gövdelerine çok çok nadir olarak konduğu herkesçe kabul gördü. Bu konuda 25 yıllık bir çalışma yapan Cyril Clarke ve Rory Howlett, Michael Majerus, Tony Liebert, Paul Brakefield gibi birçok bilim adamı, “Kettlewell’in deneyinde kelebeklerin doğal davranışları dışında davranmaya zorlandıklarını, deney sonuçlarının bu yüzden bilimsel kabul edilemeyeceğini” bildirdiler.
-
Kettlewell’in deneyini inceleyen araştırmacılar daha da çarpıcı bir sonuçla karşılaştılar: İngiltere’nin kirliliğe uğramamış bölgelerinde açık renkli kelebeklerin daha fazla olması beklenirken, koyuların oranı açık renklilerden dört kat fazlaydı. Yani Kettlewell’in iddia ettiği ve hemen her evrimci kaynakta tekrarlandığı gibi, kelebek nüfusundaki oranla, ağaç kabukları arasında bir ilişki (correlation) yoktu.
İşin aslı araştırıldıkça,
skandalın boyutları büyüdü: Kettlewell tarafından fotoğrafları çekilen
“ağaç kabuğu üzerindeki güve kelebekleri”, aslında ölü kelebeklerdi.
Kettlewell bu ölü canlıları iğne ve tutkal ile ağaca tutturmuş ve öyle
görüntülemişti. Gerçekte kelebekler ağaç gövdesine değil dalların alt
kısmına kondukları için, böyle bir resim elde etme şansı pek yoktu.
Jonathan Wells, Icons of Evolution: Science or Myth? Why Much of What We
Teach About Evolution is Wrong, Regnery Publishing, 2000, s. 141-151
Bu gerçekler 90′lı yılların sonlarında bilim dünyası
tarafından öğrenilebildi. Onyıllardır “evrime giriş” derslerinin en
büyük malzemesi olan Endüstri Kelebekleri efsanesinin bu şekilde
çökmesi, evrimciler arasında düş kırıklığı yarattı. Bunlardan biri olan
Jerry Coyne şöyle diyordu:
Gerçeği (benekli kelebekler
sahtekarlığını) öğrendiğimde verdiğim tepki, 6 yaşımdayken, Noel
hediyelerimi Noel Baba’nın değil de babamın getirdiğini öğrendiğimde
yaşadığım ümitsizlik duygusu oldu. Jerry Coyne, “Not Black and White”, a
review of Michael Majerus’s Melanism: Evolution in Action, Nature, 396
(1988), pp. 35-36
Böylece “doğal seleksiyonun en ünlü örneği” de, bir bilim skandalı olarak tarihe geçmiş oldu.
Böyle olması da kaçınılmazdır. Çünkü doğal seleksiyon, evrimcilerin iddiasının aksine, bir “evrim mekanizması” değildir. Bir canlıya herhangi bir organ ekleyip organ çıkarma, bir türü başka bir türe dönüştürme gibi özelliklere sahip değildir.
Böyle olması da kaçınılmazdır. Çünkü doğal seleksiyon, evrimcilerin iddiasının aksine, bir “evrim mekanizması” değildir. Bir canlıya herhangi bir organ ekleyip organ çıkarma, bir türü başka bir türe dönüştürme gibi özelliklere sahip değildir.
Doğal Seleksiyon Neden Kompleksliği Açıklayamıyor?
Doğal seleksiyonun evrim teorisine kazandırdığı hiçbir
şey yoktur. Çünkü bu mekanizma, hiçbir zaman bir türün genetik bilgisini
zenginleştirip geliştirmez. Hiçbir zaman bir türü bir başka türe
çevirmez; yani deniz yıldızını balığa, balıkları kurbağaya, kurbağaları
timsaha, timsahları da kuşa dönüştüremez. Sıçramalı evrimin en büyük
savunucusu olan Gould, doğal seleksiyonun bu açmazını şöyle dile
getirmektedir:
Doğal seleksiyonun evrim teorisine kazandırdığı hiçbir şey yoktur. Çünkü bu mekanizma, hiçbir zaman bir türün genetik bilgisini zenginleştirip geliştirmez. Hiçbir zaman bir türü bir başka türe çevirmez; yani deniz yıldızını balığa, balıkları kurbağaya, kurbağaları timsaha, timsahları da kuşa dönüştüremez. |
Darwinizm’in özü tek bir cümlede ifade edilebilir:
“Doğal seleksiyon evrimsel değişimin yaratıcı gücüdür.” Kimse doğal
seleksiyonun uygun olmayanı elemesindeki negatif rolünü inkar etmez.
Ancak Darwinci teori, “uygun olanı yaratması”nı da istemektedir.
(Stephan Jay Gould, “The Return of Hopeful Monsters”, Natural History,
cilt 86, Temmuz-Ağustos 1977, s. 28.)
Doğal seleksiyon konusunda evrimcilerin kullandıkları
yanıltıcı üsluplardan biri, bu mekanizmayı bilinçli bir tasarımcı gibi
göstermeye çalışmalarıdır. Oysa doğal seleksiyonun bir bilinci yoktur.
Canlılar için neyin iyi, neyin kötü olduğunu ayırt edecek bir akla sahip
değildir. Bu nedenle doğal seleksiyon karmaşık yapıya sahip sistemleri
ve organları asla açıklayamaz. Söz konusu sistem ve organlar, iç içe
geçmiş pek çok parçanın birarada çalışmasıyla oluşur ve bu parçaların
birisi bile olmasa ya da kusurlu olsa hiçbir işe yaramazlar. Bu tür
sistemler, “indirgenemez komplekslik” olarak tanımlanan özelliğe
sahiptirler. Örneğin insan gözü daha basite indirgenemez, çünkü tüm
detaylarıyla birlikte var olmadığı sürece işlev görmez.
Bu tür bir sistemi meydana getiren bilincin, geleceği
önceden hesaplayarak, sadece en son aşamada elde edilecek olan faydayı
amaçlaması gerekir. Doğal seleksiyon ise bilinç ve irade sahibi bir
mekanizma olmadığı için, böyle bir şey yapamaz. Bu gerçek, “eğer
birbirini takip eden çok sayıda küçük değişiklikle kompleks bir organın
oluşmasının imkansız olduğu gösterilse, teorim kesinlikle yıkılmış
olacaktır” diyen Darwin’in endişe ettiği gibi, evrim teorisini en
temelinden yıkmaktadır. Doğal seleksiyon sadece
bir canlı türü içindeki sakat, zayıf ya da çevre şartlarına uymayan
bireyleri ayıklar. Yeni canlı türleri, yeni genetik bilgi ya da yeni
organlar yaratamaz. Yani, evrimleştiremez. Darwin de bu gerçeği “faydalı
değişiklikler oluşmadığı sürece doğal seleksiyon hiçbir şey yapamaz”
diyerek kabul etmiştir.( Charles Darwin, The Origin of Species, s. 177)
Bu nedenle neo-Darwinizm, doğal seleksiyonun yanına “faydalı değişiklik
sebebi” olarak mutasyonları koymak zorunda kalmıştır. Oysa mutasyonlar,
sadece ve sadece “zararlı değişiklik sebebi”dirler.
MUTASYONLAR
Duyu organları, örneğin bir omurgalı gözünün ya da bir
kuşun tüyleri gibi kusursuzca dengelenmiş sistemlerin rastlantısal
mutasyonlar sonucunda gelişebileceğini varsaymak, bir insanın
inandırıcılığı üzerinde ciddi bir sınırlamadır.Ernst Mayr
Mutasyonlar, canlı hücresinin çekirdeğinde bulunan ve genetik bilgiyi
taşıyan DNA molekülünde, radyasyon veya kimyasal etkiler sonucunda
meydana gelen kopmalar ve yer değiştirmelerdir. Mutasyonlar DNA’yı
oluşturan nükleotidleri tahrip eder ya da yerlerini değiştirirler. Çoğu
zaman da hücrenin tamir edemeyeceği boyutlarda birtakım hasar ve
değişikliklere sebep olurlar.Dolayısıyla evrimcilerin arkasına sığındıkları mutasyon, hiç de sanıldığı gibi canlıları daha gelişmişe ve mükemmele götüren tılsımlı bir değnek değildir. Mutasyonların net etkisi zararlıdır. Mutasyonların sebep olacağı değişiklikler ancak Hiroşima, Nagazaki veya Çernobil’deki insanların uğradığı türden değişiklikler olabilir: Yani ölüler, sakatlar ve hastalar…
Bunun nedeni çok basittir: DNA çok kompleks bir düzene
sahiptir. Bu molekül üzerinde oluşan herhangi rastgele bir etki
organizmaya ancak zarar verir. Amerikalı genetikçi B. G. Ranganathan
bunu şöyle açıklar: Mutasyonlar küçük, rastgele ve zararlıdırlar. Çok
ender olarak meydana gelirler ve en iyi ihtimalle etkisizdirler. Bu dört
özellik, mutasyonların evrimsel bir gelişme meydana getiremeyeceğini
gösterir. Zaten yüksek derecede özelleşmiş bir organizmada meydana
gelebilecek rastlantısal bir değişim, ya etkisiz olacaktır ya da
zararlı. Bir kol saatinde meydana gelecek rastgele bir değişim kol
saatini geliştirmeyecektir. Ona büyük ihtimalle zarar verecek veya en
iyi ihtimalle etkisiz olacaktır. Bir deprem bir şehri geliştirmez, ona
yıkım getirir.( B. G. Ranganathan, Origins?, Pennsylvania: The Banner Of
Truth Trust, 1988)
Nitekim bugüne kadar hiçbir yararlı mutasyon örneği
gözlemlenmedi. Tüm mutasyonların zararlı olduğu görüldü. İkinci Dünya
Savaşı’nın ardından nükleer silahların sonucunda oluşan mutasyonları
incelemek için kurulan Atomik Radyasyonun Genetik Etkileri Komitesi’nin
(Committee on Genetic Effects of Atomic Radiation) hazırladığı rapor
hakkında evrimci bilim adamı Warren Weaver şöyle diyordu: Çoğu kimse,
bilinen tüm mutasyon örneklerinin zararlı olduğu sonucu karşısında
şaşıracaktır, çünkü mutasyonlar evrim sürecinin gerekli bir parçasıdır.
Nasıl olur da iyi bir etki-yani bir canlının daha gelişmiş canlı
formlarına evrimleşmesi-pratikte hepsi zararlı olan mutasyonların sonucu
olabilir? (Warren Weaver, “Genetic Effects of Atomic Radiation”,
Science, Cilt 123, 29 Haziran, 1956, s. 1159.)
MUTASYONLAR DAİMA ZARARLIDIR
Solda normal bir meyve sineği (drosophila) ortada ise radyasyondan kaynaklanan bir mutasyon sonucu bacakları kafasından çıkmış bir meyve sineği. Mutasyonların insan vücudunda meydana getirdiği bazı zararlı etkiler. Sağda Çernobil nükleer kazasından etkilenmiş bir çocuk. |
O zamandan bu yana yapılan bütün “faydalı mutasyon
oluşturma” çabaları da başarısızlıkla sonuçlandı. Evrimciler, çok hızlı
ürediği ve mutasyona uğratılması kolay olduğu için, meyve sinekleri
üzerinde onyıllarca mutasyon denemeleri yaptılar. Bu canlılar olabilecek
her türlü mutasyona milyonlarca kez uğratıldı. Ama tek bir faydalı
mutasyon gözlemlenmedi. Evrimci genetikçi Gordon Taylor, bu konuda
şunları yazar:Bu çok çarpıcı ama bu kadar da gözden kaçırılan bir
gerçektir: Altmış yıldır dünyanın dört bir yanındaki genetikçiler evrimi
kanıtlamak için meyve sinekleri yetiştiriyorlar. Ama hala bir türün,
hatta tek bir enzimin bile ortaya çıkışını gözlemlemiş değiller.( Gordon
R. Taylor, The Great Evolution Mystery, New York, Harper & Row,
1983, s. 48.)
Bir başka araştırmacı olan Michael Pitman, meyve sinekleri üzerindeki deneylerin başarısızlığını şu şekilde ifade eder: Sayısız genetikçi meyve sineklerini nesiller boyunca sayısız mutasyonlara maruz bıraktı. Peki sonuçta insan yapımı bir evrim mi ortaya çıktı? Maalesef hayır. Genetikçilerin ürettikleri canavarlardan sadece pek azı beslendikleri şişelerin dışında yaşamlarını sürdürebildiler. Pratikte mutasyona uğratılmış olan tüm sinekler ya öldüler, ya sakat ya da kısır oldular. (Michael Pitman, Adam and Evolution, London: River Publishing, 1984, s. 70.)
Bir başka araştırmacı olan Michael Pitman, meyve sinekleri üzerindeki deneylerin başarısızlığını şu şekilde ifade eder: Sayısız genetikçi meyve sineklerini nesiller boyunca sayısız mutasyonlara maruz bıraktı. Peki sonuçta insan yapımı bir evrim mi ortaya çıktı? Maalesef hayır. Genetikçilerin ürettikleri canavarlardan sadece pek azı beslendikleri şişelerin dışında yaşamlarını sürdürebildiler. Pratikte mutasyona uğratılmış olan tüm sinekler ya öldüler, ya sakat ya da kısır oldular. (Michael Pitman, Adam and Evolution, London: River Publishing, 1984, s. 70.)
İnsan için de durum aynıdır. İnsanlar üzerinde
gözlemlenen tüm mutasyonlar zararlıdır. Tıp kitaplarında “mutasyon
örneği” olarak anlatılan Down Sendromu, albinizm, cücelik, orak hücre
anemisi gibi zihinsel ya da bedensel bozuklukların ya da kanser gibi
hastalıkların her biri, mutasyonların tahrip edici etkilerini ortaya
koymaktadır. Elbette ki insanları sakat bırakan ya da hasta yapan bir
süreç, “evrim mekanizması” olamaz.
Mutasyonların neden evrimci iddiayı
destekleyemeyeceklerini üç ana maddede özetlemek mümkündür:Mutasyonlar
her zaman zararlıdır: Mutasyonlar rastgele meydana geldikleri için hemen
hemen her zaman mutasyon geçiren canlıya zarar verirler. Mantık gereği,
mükemmel ve karmaşık olan bir yapıya yapılacak herhangi bir bilinçsiz
müdahale, o yapıyı daha ileri götürmez aksine tahrip eder. Nitekim
hiçbir gözlemlenmiş “faydalı mutasyon” yoktur.
Mutasyon sonucunda DNA’ya yeni bilgi eklenmez: Mutasyon
sonucunda genetik bilgiyi oluşturan parçalar yerlerinden kopup sökülür,
tahrip olur ya da DNA’nın farklı yerlerine taşınır. Ama mutasyonlar
hiçbir şekilde canlıya yeni bir organ ya da yeni bir özellik
kazandırmazlar. Ancak bacağın sırttan, kulağın karından çıkması gibi
anormalliklere sebep olurlar.
Mutasyonun bir sonraki nesile aktarılabilmesi için,
mutlaka üreme hücrelerinde meydana gelmesi gerekir: Vücudun herhangi bir
hücresinde veya organında meydana gelen değişim bir sonraki nesle
aktarılmaz. Örneğin bir insanın gözü, radyasyon ve benzeri etkilerle
mutasyona uğrayıp orijinal formundan farklılaşabilir, ama bu kendisinden
sonraki nesillere geçmeyecektir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder