DNA EVRİMİ ÇÜRÜTEN MUCİZE BİR MOLEKÜLDÜR
“DNA, katalitik proteinlerin ve enzimlerin
yardımı olamadan yaptığı işi, yeni DNA üretmek de dahil olmak üzere,
yapamaz. Kısacası DNA olmadan proteinler var olmaz, ama DNA da
proteinler olmadığı durumda oluşmaz”. John Horgan, “In the Beginning”,
Scientific American, vol. 264, February 1991, p. 119
Vücuttaki 100 trilyon hücrenin her birinin çekirdeğinde bulunan DNA adlı molekül, insan vücudunun eksiksiz bir yapı planını içerir. Bir insana ait bütün özelliklerin bilgisi, dış görünümünden iç organlarının yapılarına kadar DNA’nın içinde özel bir şifre sistemiyle kayıtlıdır. |
Buraya kadar incelediklerimizin gösterdiği gibi, evrim
teorisi moleküler düzeyde tam bir açmazdadır. Amino asitlerin oluşumu
evrimciler tarafından hiçbir şekilde aydınlatılamamıştır. Proteinlerin
oluşumu ise başlı başına bir muammadır. Üstelik, sorun yalnızca amino
asit ve proteinlerle sınırlı kalmaz; bunlar sadece bir başlangıçtır.
Bunların da ötesinde asıl olarak, hücre denen mükemmel canlı evrimciler
açısından dev bir çıkmaz oluşturur. Çünkü hücre yalnızca amino asit
yapılı proteinlerden oluşmuş bir yığın değildir. Yüzlerce gelişmiş
sistemi bulunan, insanoğlunun halen tüm sırlarını çözemediği
karmaşıklıkta bir canlıdır. Oysa evrimciler, değil bu sistemlerin,
hücrenin yapıtaşlarının bile nasıl meydana geldiklerini açıklayamazlar.
Canlılığın kökenini rastlantılarla açıklama gayretindeki
evrim teorisi, hücredeki en temel moleküllerin varlığına bile tutarlı
bir izah getirememişken, genetik bilimindeki ilerlemeler ve nükleik
asitlerin, yani DNA ve RNA’nın keşfi, teori için yepyeni çıkmazlar
oluşturdu. 1955 yılında James Watson ve Francis Crick adlı iki bilim
adamının çalışmaları DNA’nın inanılmaz derecedeki karmaşık yapısını ve
tasarımını gün ışığına çıkardı.
Vücuttaki 100 trilyon hücrenin her birinin çekirdeğinde bulunan DNA adlı molekül, insan vücudunun eksiksiz bir yapı planını içerir. Bir insana ait bütün özelliklerin bilgisi, dış görünümünden iç organlarının yapılarına kadar DNA’nın içinde özel bir şifre sistemiyle kayıtlıdır. DNA’daki bilgi, bu molekülü oluşturan dört özel molekülün diziliş sırası ile kodlanmıştır. Nükleotid (veya baz) adı verilen bu moleküller, isimlerinin baş harfleri olan A, T, G, C ile ifade edilirler. İnsanlar arasındaki tüm yapısal farklar, bu
Vücuttaki 100 trilyon hücrenin her birinin çekirdeğinde bulunan DNA adlı molekül, insan vücudunun eksiksiz bir yapı planını içerir. Bir insana ait bütün özelliklerin bilgisi, dış görünümünden iç organlarının yapılarına kadar DNA’nın içinde özel bir şifre sistemiyle kayıtlıdır. DNA’daki bilgi, bu molekülü oluşturan dört özel molekülün diziliş sırası ile kodlanmıştır. Nükleotid (veya baz) adı verilen bu moleküller, isimlerinin baş harfleri olan A, T, G, C ile ifade edilirler. İnsanlar arasındaki tüm yapısal farklar, bu
harflerin diziliş sıralamaları arasındaki farktan doğar.
Bu, dört harfli bir alfabeden oluşan bir tür bilgi bankasıdır. DNA’daki
harflerin diziliş sırası, insanın yapısını en ince ayrıntılarına dek
belirler. Boy, göz, saç ve cilt rengi gibi özelliklerin yanısıra,
vücuttaki 206 kemiğin, 600 kasın, 10.000 işitme siniri ağının, 2 milyon
optik sinir ağının, 100 milyar sinir hücresinin ve 100 trilyon hücrenin
planları tek bir hücrenin DNA’sında mevcuttur. Eğer DNA’daki bu genetik
bilgiyi kağıda dökmeye kalksak, yaklaşık 500′er sayfalık 900 ciltten oluşan dev bir kütüphane oluşturmamız gerekir. Ama bu inanılmaz hacimdeki bilgi, DNA’nın “gen” adı verilen parçalarında şifrelenmiştir.
DNA Tesadüfen Oluşabilir mi?
Burada dikkat edilmesi gereken bir nokta vardır. Bir
geni oluşturan nükleotidlerde meydana gelecek bir sıralama hatası, o
geni tamamen işe yaramaz hale getirecektir. İnsan vücudunda yaklaşık 30
bin gen bulunduğu düşünülürse, bu genleri oluşturan milyonlarca
nükleotidin doğru sıralamada tesadüfen oluşabilmelerinin kesinlikle
imkansız olduğu görülür. Evrimci bir biyolog olan Frank Salisbury bu
imkansızlıkla ilgili olarak şunları söyler: Orta büyüklükteki bir
protein molekülü, yaklaşık 300 amino asit içerir. Bunu kontrol eden DNA
zincirinde ise, yaklaşık 1000 nükleotid bulunacaktır. Bir DNA zincirinde
dört çeşit nükleotid bulunduğu hatırlanırsa, 1000 nükleotidlik bir
dizi, 41000 farklı şekilde olabilecektir.
Küçük bir logaritma hesabıyla bulunan bu rakam ise, aklın kavrama sınırının çok ötesindedir.1 41000′de
bir, “küçük bir logaritma hesabı” sonucunda, 10620′de bir anlamına
gelir. Bu sayı 10′un yanına 620 sıfır eklenmesiyle elde edilir. 10′un
yanında 11 tane sıfır 1 trilyonu ifade ederken, 620 tane sıfırlı bir
rakamın gerçekten de kavranması mümkün değildir. (Frank B. Salisbury,
“Doubts about the Modern Synthetic Theory of Evolution”, American
Biology Teacher, Eylül 1971, s. 336)
DNA molekülü modeli ile görülen Watson ve Crick |
Nükleotidlerin tesadüfen biraraya gelerek RNA ve DNA’yı
oluşturmasının imkansızlığını, evrimci Fransız bilim adamı Paul Auger de
şöyle ifade etmektedir: Rastgele kimyasal olaylar sayesinde
nükleotidler gibi karmaşık moleküllerin ortaya çıkışı konusunda bence
iki aşamayı net bir biçimde birbirinden ayırmamız gerekir; tek tek
nükleotidlerin üretilmesi -ki bu belki mümkün olabilir- ve bunların çok
özel seriler halinde birbirine bağlanması. İşte bu ikincisi,
olanaksızdır.( Paul Auger, De La Physique Theorique a la Biologie, 1970,
s. 118)
Uzun yıllar moleküler evrim teorisine inanan Francis Crick bile
DNA’yı keşfettikten sonra, böylesine kompleks bir molekülün tesadüfen,
kendi kendine, bir evrim süreci sonucunda oluşamayacağını itiraf etmiş
ve şöyle demiştir: “Bugünkü mevcut bilgilerin ışığında dürüst bir adam
ancak şunu söyleyebilir: Bir anlamda hayat mucizevi bir şekilde ortaya
çıkmıştır.”( Francis Crick, Life Itself: It’s Origin and Nature, New
York, Simon & Schuster, 1981, s. 88)
Evrimci Prof. Dr. Ali Demirsoy da, DNA’nın meydana
gelmesi hakkında şu itirafı yapmak zorunda kalır: “Bir proteinin ve
çekirdek asitinin (DNA-RNA) oluşma şansı tahminlerin çok ötesinde bir
olasılıktır. Hatta belirli bir protein zincirinin ortaya çıkma şansı
astronomik denecek kadar azdır.” ( Ali Demirsoy, Kalıtım ve Evrim,
Ankara: Meteksan Yayınları, 1984, s. 39)
Prof. Francis Crick: “Hayat, ancak bir mucize ile ortaya çıkmış olabilir. |
Bu noktada çok ilginç bir ikilem daha vardır: DNA,
yalnız protein yapısındaki birtakım enzimlerin yardımı ile eşlenebilir.
Ama bu enzimlerin sentezi de ancak DNA’daki bilgiler doğrultusunda
gerçekleşir. Birbirine bağımlı olduklarından, eşlemenin meydana
gelebilmesi için ikisinin de aynı anda var olmaları gerekir. Amerikalı
mikrobiyolog Jacobson, bu konuda şöyle der:İlk canlının ortaya çıktığı
zaman, üreme planlarının, çevreden madde ve enerji sağlamanın, büyüme
sırasının, bilgileri büyümeye çevirecek mekanizmaların tamamına ait
emirlerin o anda ve birarada bulunmaları gerekmektedir. Bunların
hepsinin kombinasyonu tesadüfen gerçekleşemez.( Homer Jacobson,
“Information, Reproduction and the Origin of Life”, American Scientist,
Ocak 1955, s.121)
Yukarıdaki ifadeler, James Watson ve Francis Crick
tarafından DNA’nın yapısının aydınlatılmasından iki yıl sonra
yazılmıştı. Ancak bilimdeki tüm gelişmelere rağmen, bu sorun evrimciler
için çözümsüz olmaya devam etmektedir. Alman bilim adamları Junker ve
Scherer de canlılık için gerekli moleküllerin hepsinin sentezinin ayrı
ayrı koşullar gerektirdiğine dikkat çekerler. Bu ise, Junker ve
Scherer’e göre, yaşam için gereken birçok farklı maddenin biraraya gelme
şansının hiç olmadığını göstermektedir: Kimyasal evrim için gerekli tüm
moleküllerin elde edileceği bir deney bilinmiyor. Dolayısıyla çeşitli
moleküllerin değişik yerlerde çok uygun koşullarda üretilip, hidroliz ve
fotoliz gibi zararlı etmenlere karşı korunup, yeni bir reaksiyon
bölgesine taşınması gerekmektedir. Burada tesadüften bahsedilemez, çünkü
böyle bir olayın gerçekleşme ihtimali yoktur. (Reinhard Junker &
Siegfried Scherer, “Entstehung Gesiche Der Lebewesen”, Weyel, 1986, s.
89.)
Kısacası evrim teorisi, moleküler düzeyde gerçekleştiği
iddia edilen evrimsel oluşumlardan hiçbirisini ispatlayabilmiş değildir.
Bilimin ilerlemesi ise bu sorulara cevap üretmek bir yana, soruları
daha da kompleks ve içinden çıkılamaz hale getirmektedir.Ama evrimciler,
tüm bu imkansız senaryolara büyük birer bilimsel gerçek gibi
inanmaktadırlar. Çünkü yaratılışı kabul etmemek için kendilerini
şartlandırmışlardır ve bu durumda imkansıza inanmaktan başka seçenekleri
yoktur. Avustralyalı ünlü moleküler biyolog Michael Denton, Evolution: A
Theory in Crisis (Evrim: Kriz İçinde Bir Teori) adlı kitabında bu
durumu şöyle anlatır:Yüksek organizmaların genetik programlarının
yapısı, milyarlarca bit (bilgisayar birimi) bilgiye ya da bin ciltlik
küçük bir kütüphanenin içindeki tüm harflerin dizilime eşdeğerdir. Bu
denli kompleks organizmaları oluşturan trilyonlarca hücrenin gelişimini
belirleyen, emreden ve kontrol eden sayısız karmaşık işlevin tamamen
rastlantıya dayalı bir süreç sonucunda oluştuğunu iddia etmek ise, insan
aklına yönelik bir saldırıdır. Ama bir Darwinist, bu düşünceyi en ufak
bir şüphe belirtisi bile göstermeden kabul eder!
Olasılık hesapları, proteinler ve nükleik asitler (RNA
ve DNA) gibi kompleks moleküllerin tek tek tesadüfen oluşmalarının
imkansız olduğunu göstermektedir. Ancak evrimciler için daha da büyük
sorun, yaşam için bu kompleks moleküllerin hepsinin aynı anda ve
birarada bulunması zorunluluğudur. Bu gerçek karşısında evrim teorisi
tümüyle çaresizdir. Önde gelen bazı evrimciler bu konuda itiraflarda
bulunurlar. Örneğin San Diego California Üniversitesi’nden Stanley
Miller’in ve Francis Crick’in çalışma arkadaşı olan ünlü evrimci Dr.
Leslie Orgel şöyle demektedir:
“Son derece kompleks yapılara sahip olan proteinlerin ve nükleik
asitlerin (RNA ve DNA) aynı yerde ve aynı zamanda rastlantısal olarak
oluşmaları aşırı derecede ihtimal dışıdır. Ama bunların birisi olmadan
diğerini elde etmek de mümkün değildir. Dolayısıyla insan, yaşamın
kimyasal yollarla ortaya çıkmasının asla mümkün olmadığı sonucuna varmak
zorunda kalmaktadır.” (Leslie E. Orgel, “The Origin of Life on Earth”,
Scientific American, vol. 271, October 1994, p. 78)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder