EVRİMCİLERİN İLERİ SÜRDÜKLERİ DELİLLER SAHTEDİR
“Fiziksel anlamda, insanın evrimi hakkındaki
herhangi bir teorinin, güçlü çeneleri ve iri kesici dişleri olan ve
bizden dört kat hızlı koşan maymun benzeri bir atanın nasıl yavaş yavaş,
iki ayaklı bir hayvana dönüştüğünü açıklaması gerekir. Bu güçlere aklı,
konuşmayı ve ahlakı ekleyin, bunların hepsi evrim teorisine baş
kaldırmaktadır.” Evrimci bilim yazarı Roger Lewin (John Peet, The True
History Mankind)
Medyada ve akademik kaynaklarda sürekli olarak telkin edilen “maymun
insan” imajını destekleyecek hiçbir somut fosil delili yoktur.
Evrimciler, ellerine fırça alıp hayali yaratıklar çizerler, ama bu
canlıların fosillerinin olmayışı, onlar için büyük bir sorundur. Bu
sorunu “çözmek” için kullandıkları ilginç yöntemlerden biri ise,
bulamadıkları fosilleri “üretmek” olmuştur. Bilim tarihinin en büyük
skandalı olan Piltdown Adamı, işte bu yöntemin bir örneğidir.
Piltdown Adamı: İnsan Kafatasına Orangutan Çenesi!
İNSAN KAFATASINA ORANGUTAN ÇENESİ
|
Ünlü bir doktor ve aynı zamanda da amatör bir
paleontolog olan Charles Dawson, 1912 yılında, İngiltere’de Piltdown
yakınlarındaki bir çukurda, bir çene kemiği ve bir kafatası parçası
bulduğu iddiasıyla ortaya çıktı. Çene kemiği maymun çenesine benzemesine
rağmen, dişler ve kafatası insanınkilere benziyordu. Bu örneklere
“Piltdown Adamı” adı verildi, 500 bin yıllık bir tarih biçildi ve
çeşitli müzelerde insan evrimine kesin bir delil olarak sergilendi. 40
yılı aşkın bir süre, üzerine birçok bilimsel makaleler yazıldı, yorumlar
ve çizimler yapıldı. Dünyanın farklı üniversitelerinden 500′ü aşkın
akademisyen, Piltdown Adamı üzerine doktora tezi hazırladı. Ünlü
Amerikalı paleoantropolog H. F. Osborn da 1935′te British Museum’u
ziyaretinde, “doğa sürprizlerle dolu; bu, insanlığın tarih öncesi
devirleri hakkında önemli bir buluş” diyordu. Stephen Jay Gould, “Smith
Woodward’s Folly”, New Scientist, 5 Nisan 1979, s. 44.
1949′da ise British Museum’un paleontoloji
bölümünden Kenneth Oakley yeni bir yaş belirleme metodu olan “flor
testi” metodunu, eski bazı fosiller üzerinde denemek istedi. Bu
yöntemle, Piltdown Adamı fosili üzerinde de bir deneme yapıldı. Sonuç
çok şaşırtıcıydı. Yapılan testte Piltdown Adamı’nın çene kemiğinin hiç
flor içermediği anlaşıldı. Bu, çene kemiğinin toprağın altında birkaç
yıldan fazla kalmadığını gösteriyordu. Az miktarda flor içeren kafatası
ise sadece birkaç bin yıllık olmalıydı. Flor metoduna dayanılarak
yapılan sonraki kronolojik araştırmalar, kafatasının ancak birkaç bin
yıllık olduğunu ortaya çıkardı. Çene kemiğindeki dişlerin ise suni
olarak aşındırıldığı, fosillerin yanında bulunan ilkel araçların ise
çelik aletlerle yontulmuş adi birer taklit olduğu anlaşıldı. Weiner’in
yaptığı detaylı analizlerle bu sahtekarlık 1953 yılında kesin olarak
ortaya çıkarıldı. Kafatası 500 yıl yaşında bir insana, çene kemiği de
yeni ölmüş bir orangutana aitti! Dişler, insana ait olduğu izlenimini
vermek için sonradan özel olarak eklenmiş ve sıralanmış, eklem yerleri
de törpülenmişti. Daha sonra da bütün parçalar, eski görünmeleri için
potasyum-dikromat ile lekelendirilmişti. Bu lekeler, kemikler aside
batırıldığında kayboluyordu. Sahtekarlığı ortaya çıkaran ekipten Le Gros
Clark “dişler üzerinde yıpranma izlenimini vermek için, yapay olarak
oynanmış olduğu o kadar açık ki, nasıl olur da bu izler dikkatten kaçmış
olabilir?” diyerek şaşkınlığını gizleyemiyordu.( Stephen Jay Gould,
“Smith Woodward’s Folly”, New Scientist, 5 Nisan 1979, s. 44) Tüm
bunların üzerine “Piltdown Adamı”, 40 yılı aşkın bir süredir
sergilenmekte olduğu British Museum’dan alelacele çıkarıldı.
Nebraska Adamı: Bir Domuz Dişi
1922′de, Amerikan Doğa Tarih Müzesi müdürü Henry
Fairfield Osborn, Batı Nebraska’daki Yılan Deresi yakınlarında, Plieocen
Dönemi’ne ait bir azı dişi fosili bulduğunu açıkladı. Bu diş, iddiaya
göre, insan ve maymunların ortak özelliklerini taşımaktaydı. Çok
geçmeden konuyla ilgili çok derin bilimsel tartışmalar başladı. Bazıları
bu dişi Pithecanthropus erectus olarak yorumluyorlar, bazıları ise
bunun insana daha yakın olduğunu söylüyorlardı. Büyük tartışmalara neden
olan bu fosile “Nebraska Adamı” adı verildi. “Bilimsel” ismi de hemen
takıldı: “Hesperopithecus haroldcooki”.
Birçok otorite Osborn’u destekledi. Bu tek dişe dayanılarak Nebraska Adamı’nın kafatası ve vücudunun rekonstrüksiyon resimleri çizildi. Hatta daha da ileri gidilerek Nebraska adamının, eşinin ve çocuklarının doğal ortamda ailece resimleri yayınlandı.
Birçok otorite Osborn’u destekledi. Bu tek dişe dayanılarak Nebraska Adamı’nın kafatası ve vücudunun rekonstrüksiyon resimleri çizildi. Hatta daha da ileri gidilerek Nebraska adamının, eşinin ve çocuklarının doğal ortamda ailece resimleri yayınlandı.
Bütün bu senaryolar tek bir dişten üretilmişti. Evrimci
çevreler bu “hayalet adamı” o derece benimsediler ki, William Bryan
isimli bir araştırmacı, tek bir azı dişine dayanılarak bu kadar peşin
hükümle karar verilmesine karşı çıkınca, bütün şimşekleri üzerine çekti.
Ancak 1927′de iskeletin öbür parçaları da bulundu.
Bulunan yeni parçalara göre bu diş ne maymuna ne de insana aitti. Dişin,
“prosthennops” isimli yabani Amerikan domuzunun soyu tükenmiş bir
cinsine ait olduğu anlaşıldı. William Gregory, bu yanılgıyı duyurduğu
Science dergisinde yayınladığı makalesine şöyle bir başlık atmıştı:
“Görüldüğü kadarıyla Hesperopithecus ne maymun ne de insan. Sonuçta
Hesperopithecus haroldcooki’nin ve “ailesi”nin tüm çizimleri alelacele
literatürden çıkarıldı.
|
Soldaki resim tek bir diş parçasına dayanılarak yapılmış ve Illustrated London News dergisinin 24 Haziran 1922 tarihli sayısında yayınlanmıştı. Ancak bu dişin, maymun benzeri bir yaratığa veya bir insana değil de soyu tükenmiş bir domuza ait olduğunun anlaşılması, evrimcileri büyük hayal kırıklığına uğrattı. |
Darwin İnsanın Türeyişi adlı kitabıyla, insanın maymun
benzeri canlılardan evrimleştiğini iddia ettikten sonra, bu senaryoyu
destekleyecek fosil arayışı başladı. Ancak bazı evrimciler “yarı
maymun-yarı insan” canlıların sadece fosil kayıtlarında değil, dünyanın
farklı bölgelerinde canlı olarak da bulunabileceğine inanıyorlardı. 20.
yüzyılın başlarında bu “canlı ara geçiş formu” arayışları bazı
vahşetlere neden oldu. Bu vahşetlerden biri, Ota Benga adlı pigmenin
hikayesiydi.
|
Ota Benga, 1904 yılında, Samuel Verner adlı
evrimci bir araştırmacı tarafından Kongo’da yakalanmıştı. Adı, kendi
dilinde “dost” anlamına gelen yerli, evli ve iki çocuk babasıydı. Ama
bir hayvan gibi zincirlendi, kafese kondu ve ABD’ye götürüldü. Buradaki
evrimci bilim adamları, St. Louis Dünya Fuarı’nda onu çeşitli maymun
türleriyle birlikte kafese koyarak “insana en yakın ara geçiş formu”
olarak teşhir ettiler. İki yıl sonra ise New York’taki Bronx Hayvanat
Bahçesi’ne götürdüler ve birkaç şempanze, Dinah adı verilen bir goril ve
Dohung adı verilen bir orangutan ile birlikte “insanın eski ataları”
adı altında sergilediler. Hayvanat bahçesinin evrimci müdürü Dr. William
T. Hornaday, bu nadide “ara geçiş formu”na sahip olmanın kendisine
verdiği gurur hakkında uzun konuşmalar yapmış, ziyaretçiler de kafese
konan Ota Benga’ya sıradan bir hayvan gibi davranmışlardı. Ota Benga,
sonunda maruz kaldığı uygulamaya dayanamayarak intihar etti. (Philips Verner Bradford, Harvey Blume, Ota Benga: The Pygmy in The Zoo, New York: Delta Books, 1992)
|
Piltdown Adamı, Nebraska Adamı ya da Ota Benga… Tüm bu skandallar,
evrimci bilim adamlarının kendi teorilerini ispatlamak adına, her türlü
bilim dışı yöntemi kullanmaktan çekinmediklerini göstermektedir. Bu
durumun bilincinde olarak “insanın evrimi” efsanesinin diğer sözde
delillerine baktığımızda ise, yine benzer bir durumla karşılaşırız:
Ortada, tümüyle gerçek dışı olan bir hikaye ve bu hikayeyi desteklemek
için her yola başvurabilecek bir gönüllüler ordusu vardır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder